Osmanlı zamanında ticaret hukuku alanında 1850 yılına kadar İslam hukuku uygulanmaktaydı. 1850 tarihinde, 1807 tarihli Fransız Code de Commerce’in maddeleri aynen çevrilerek Kanunname-i Ticaret olarak yazılı bir ticaret kanunu yürürlüğe sokulmuştur. Tüzel kişiliğe sahip şirketler ilk defa bu kanunla hukuk sistemine dahil edilmişlerdir. 1807 tarihli Fransız Code de Commerce’in maddeleri aynen tercüme edildiğinden, kollektif, komandit ve anonim terimleri de Türkçe kanun diline girmiştir. Ancak 1807 Code de Commercede limited şirketler düzenlenmemişti. I. Dünya Savaşı sonunda Alsas ve Loren Eyaletleri Fransaya geçince, buralarda uygulanan limited şirketler de Fransaya geçmiş olduğundan Fransızlar da limited şirketleri 1925 yılında ticaret hukuku sistemlerine dahil etmişlerdir. Buradan da 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyetinin ilk ticaret kanunu olan eski Ticaret Kanunu ile Türk şirketler hukuku sistemine dahil olmuştur.
Türkiye Cumhuriyetinin ilk Ticaret Kanunu olan 1926 tarihli ETK, farklı esaslara dayanan muhtelif yabancı mevzuattan alınmış hükümlerden oluşan derleme bir Kanunun olup[89], bu niteliği itibariyle de belli bir sistemden yoksundu. Genel hükümleri 1882 tarihli İtalyan Ticaret Kanunundan (Cidice commerciale), ortaklıklarla ilgili hükümler ise Alman ve Fransız kanunlarından alınmıştır. Esas itibariyle ticaret hukukunun subjektif ve objektif görüşlerinin karmasından oluşan bir sisteme dayanarak düzenlenmişti. ETK ile İsviçreden alınan Medeni Kanunun-Borçlar Kanunu arasında uyum da kurulamamıştı. Borçlar Kanununda düzenlenmiş bir takım hususlar, ETKda hem de farklı bir şekilde ayrıca hükme bağlanmıştı (örneğin satım, vekalet ve komisyon sözleşmeleri). Bu husus Hükümet Gerekçesinden anlaşıldığına göre, ETKyı hazırlayan Komsiyonun, Mecelle yürürlükten kaldırılarak İsviçreden alınan kanunların kabul edileceğinin öngörememesinden kaynaklanmıştı. Dolayısıyla Komisyon, mümkün olduğunca kendi kendine yeterli bir kanun tasarısı hazırlayıp, ticaret hukukunu, Mecelleden bağımsız kılmaya çalışmıştı.
2. Dünya Savaşının bitiminden sonra, Adalet Bakanlığı, ticaret hukuku alanında bir kanun projesi hazırlaması görevini, İkinci Dünya Savaşından önce Hitler Rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman hukukçu Prof. Ernst Hirsche verdi. Prof. Hirsch’in hazırladığı taslak değişik komisyonlarca incelenip değişiklikler yapıldıktan sonra TBMM’nce kabul edilerek 1957 yılında yürürlüğe girdi. Aslında ETK’yı ıslah ve tadil etmek amacıyla çalışmalara başlanılmış olmasına rağmen sonuçta, yeni sayılabilecek bir kanun yapılmıştır. Bazı düzenlemelerde yabancı kanunlardan yararlanılmıştır. Örneğin, haksız rekabet, 1943 tarihli İsviçre Haksız Rekabet Kanunu’ndan; kıymetli evrak ve kambiyo senetlerine ilişkin hükümler, İsviçre Borçlar Kanunundan, deniz ticaretine ilişkin düzenlemeler 1897 tarihli Alman Deniz Ticareti Kanunundan, sicile kayıtlı gemiler üzerindeki ayni haklar ise Medeni Kanunumuzun esasları da göz önünde tutularak, 1940 tarihli Alman Kanunundan alınmıştır. Ayrıca deniz kazaları arasında düzenlenen müşterek avaryaya ilişkin hükümler, 1924 tarihli York-Anvers Kurallarından, denizaşırı satış türlerinden biri olan CIF satışlar hakkındaki düzenleme de, 1932 tarihli Varşova-Oksford Kurallarından alınmıştır. 1930 ve 1931 tarihli Cenevre Sözleşmeleri çek ve poliçelerle ilgili hükümlere esas teşkil etmiştir.
TTKnın şirketlere ilişkin hükümlerinin hazırlanmasında ise, ETKdan ve İsviçre Borçlar Kanunundan yararlanılmıştır. Özellikle anonim, limited komandit ve kollektif şirketlerle ilgili düzenlemeler, bazı değişikliklerle, İsviçre Borçlar Kanunundan alınmıştır.
Adi ortaklıklar Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, iligi hükümler İsviçre Borçlar Kanunundan alınmıştır. Hususi şirket ise Fransız association en paticipation tipi olup bu şirket tipi ile ilgili hükümlere eski ticaret kanunlarında yer verilmiş, fakat 1957 tarihinde sistemin dışında bırakılmıştır.
1957 yılında yürülüğe giren ve halen uygulanan Türk Ticaret Kanunu da çeşitli kereler değiştirilmiştir. Anonim şirketlerle ilgili hükümleri 1981 tarihli SPK ile tamamlanmıştır. SPK hakla açık anonim ortaklıklarla ilgili özel düzenlemeler içermektedir.
Deniz ticareti hukukuna dair ilk kanun 1864 yılında kabul edilen Ticaret-i Bahriye Kanunudur. Kanun, 1807 tarihli Fransız Ticaret Kanununun 2. Kitabının bir tercümesidir. Yalnız yolcular hakkındaki dokuzuncu faslı Hollanda, çatmalar hakkındaki hükümleri ise Alman ve Belçika Kanunlarından yararlanılarak hazırlanmıştır. Bu Kanunun yerini, 1929 Yılında, o tarihlerde yürürlükte olan eski Ticaret Kanunun İkinci Kitabı olarak kabul edilen Deniz Ticaret Kanununa bırakmıştır. Bu Deniz Ticareti Kanunun kaynağı ise Alman hukukudur. Gerçekten kanunun; 1015 ile 1446 ıncı maddeleri, 1897 tarihli Alman Ticaret Kanununun deniz ticaretine dair olan 4 üncü kitabının (§ 474-905) bir tercümesidir. Gemi rehnine dair olan 1447 ile 1458 inci maddeleri Alman Medeni Kanununun (BGB) 1259-1269 uncu paragraflarından; gemi sicili ve bayrak hakkına dair olan 1459 ile 1482 inci maddeleri, Ticaret Gemilerinin Bayrak Hakkına dair 22.6.1899 tarihli Alman kanunundan alınmıştır. Alman kanunun alınmasına sebep olarak hükümet gerekçesinde, kanunun ileri, yeni ve pratik esasları içine aldığı gösterilmiştir. Halbuki daha 8 yıl sonra, 1937 yılında kanunun değiştirilmesi, ihtiyaçlara uydurulması gerektiği belirtilmiştir. Deniz Ticareti Kanunun en önemli noksanlıkları olarak şunlar gösterilmekte idi; çok fazla tercüme hatalarının bulunması. Tercüme hatalarının esas nedeni, tercümenin Alman Kanunun aslından değil, resmi olmayan fransızca bir tercümesinden yapılmasıdır. Bir diğer eksiklik ise; Alman Kanunu tercüme edilirken bazı hükümler alınmamıştır, örneğin Alman Bayrak Kanunun 2 inci maddesinde tüzel kişilere ait gemilerin bayrak hakkı düzenlenmişken, türkçeye sadece gerçek kişilerle ilgili düzenlemeler çevrilmiştir. Ayrıca 19. yüzyılın ortalarında gerek gemilerin teknik yapı ve kapasitelerinin çok ilerilediği, iktisadi ve ticari hacmin geliştiği, bu Kanunun artık bu ihtiyaçlara cevap veremediği de eleştiri konusu olmaktaydı. Çünkü mehaz alman kanununun hükümlerinin büyük kısmı 1861 tarihli eski Umumi Alman Ticaret Kanunundan gelmekteydi, ve bu Kanunun o tarihteki deniz taşımalarının ihtiyaçları, gemilerin teknik özellikleri gözetilerek hazırlanmıştı. Oysa denizciliğin teknik ve iktisadi bakımdan gelişmesi karşısında, deniz ticaretinin gelişmelerine ve milletlerarası anlaşmalara uygun yeni bir kanun ihtiyacı doğmuştu.
Nihayet 1957 yılında yürürlüğe giren ve halen yürürlükteki Ticaret Kanunun 4. Kitabı (md 816-1262) deniz ticareti hukukuna ayrılmıştır. Burada yapılan değişikliklerinin ana hatları şöyledir: Kanundaki tercüme yanlışlıkları düzeltilmiştir. Bahsolunan şekil noksanlıkları (çevrilmeyen hükümler) giderilmiş, çevirisi yapılmayan hükümler çevrilmiştir. Bayrak, gemi sicili, mülkiyet ve diğer ayni haklar (gemi ipoteği) bahisleri yeni Alman kanunlarından ilham alınarak düzenlenmiştir. Bu Alman Kanunları şunlardır; Gemilerin Bayrak Çekme Hakkına dair 8.2.1951 tarihli Kanun. 26.5.1951 tarihli Gemi Sicili Kanunu. Müseccel gemiler ve yapılar üzerindeki haklara dair 15.11.1940 tarihli Kanun. Navlun Mukavelesi ise 1924 tarihli Brüksel Konvansiyonu ve 1937 tarihli Alman Kanunu örnek alınarak yazılmıştır. Müşterek avarya hükümleri 1950 York-Anvers kaidelerinin esaslarına uygun hale getirilmiştir.